29 Mayıs 2023 Pazartesi

 

BOŞLUK

“Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.”

Friedrich Nietzsche

Güneş batmak üzereydi. Havada hafif bir serinlik vardı. Kimsenin olmadığı sakin bir yer aradım. Az ileride boş bir bank vardı. Oraya doğru yürüdüm. Bank boşluğa bakıyordu. Tam da yapmak istediğim şey diye düşündüm, sadece boşluğu izlemek. Banka oturup hiçbir şey yapmadan, gözlerimi bile kırpmadan boşluğu izlemeye başladım. Bir süre sonra zihnimdeki tüm düşünceler boşluğun içine kayıp gitti sanki. Ne kadar süredir boşluğu izlediğimi bile unutmaya başladım. Hava aydınlanıyor mu yoksa kararıyor mu algılamamaya başladım. O kadar uzun süre baktım ki boşluğa ismimi bile unutacak kadar derinine daldım boşluğun. Sonra bir ara yine yüzeye çıkıp etrafın farkına varmaya başlayınca bir şeyi fark ettim, boşluğun da beni izlediğini. Önce çok garip geldi bu his. Nasıl olabilirdi ki? Ne ile izleyebilirdi boşluk beni? Sonra etrafıma baktım bunu gören birileri var mı diye, ama kimse yoktu. Sadece ben vardım boşluğun karşısında. Çok garip bir şekilde boşluk da gözlerini dikmiş beni izliyordu. Ama nasıl? Nasılı çabuk geçtim. Çünkü biraz da korkunç bir histi bu. Kafamı çevirdim. Bakmamaya çalıştım. Ama beni izlemeye devam ettiğinin farkındaydım. Ayağa kalktım boşluktan tarafa bakmadan yürümeye başladım. Arkamdan beni takip ettiğini hissedebiliyordum. Yavaşça geriye bakınca yine boşlukla göz göze geldik. Adımlarımı hızlandırdım. O da aynı mesafeyi koruyarak hızlandı. Durdum, o da durdu. Geriye dönüp daha sert bakmayı denedim. Belki korkuturum diye düşündüm boşluğu. O aynı mimikle bakmayı sürdürdü. Ne hissettiğini anlayamıyordum. El, kol işareti yaptım git demek için. Hiç umursamadı sanki. Belki de o da elini salladı ama boşluktan anlaşılmıyordu. Git buradan dedim, sesim boşlukta dağıldı. Üstüne yürüdüm, o da benden gözünü kaçırmadan aramızdaki mesafeyi koruyarak geri gitti. Arkamı döndüm hızla eve doğru yürüdüm. Apartmanda arkamda yine bir boşluk hissi ile eve çıktım. Kapıyı açtım hızla ve hemen arkamdan kapattım. Kapıya yaslanınca boşluğun apartmanda kaldığını hissettim bir an. İlk adımımla arkamda belirdi yine boşluk. Evin içinde, odanın köşesinde, tavanın bir yerinde, tuvalette bile bir boşluk vardı ve beni izliyordu. Her yere eşyalar koymaya başladım zamanla. Hiçbir yeri boş bırakmamaya çalıştım. Duvarları, dolapların içlerini bile doldurdum. Ama beni izleyen boşluğun varlığından bir türlü kurtulamadım. Arabada, işte, tuvalette, rüyalarımda bile benimleydi boşluk. Belki içine düşmüştüm o gün boşluğun. Belki de o benim içime düştü. O kadar derin bakmamalıydım belki de. Ya da o hep vardı, ben onu fark etmemeliydim. Boşlukla yaşamaya alıştım. Ben hep anlattım, o da izledi. Ben güldüm, o izledi. Ağladım kimi zaman o yine hiçbir şey yapmadan izledi. Bence zamanla, o ne kadar belli etmese de sevmeye başladık birbirimizi. O da bana alıştı bence. Herkeste var mıydı bu boşluktan? Yoksa sadece o vardı ve o da herkesin boşluğu muydu? Yoksa sadece bana mı aitti ve sadece bende mi vardı? Galiba bu sorularıma hiçbir zaman cevap vermeyecek boşluk. Neyse zaten önemli olan bu soruların cevabı değildi. Hiçbir şey önemli değil aslında. Her şey kocaman bir boşluktu.


Share:

9 Temmuz 2020 Perşembe

KİTAP ÖZETİ: Yerdeniz Serisi

KİTAP ÖZETİ: Yerdeniz Serisi- Ursula LeGuin



Bu yazıda fantastik edebiyat meraklısı olanlar için atla atlanılmaması gereken Yerdeniz Serisi'nin kısa bir açıklamasını bulacaksınız.
Amerikalı rahmetli Ursula LeGuin tarafından tasarlanan dünyada büyücülerden ejderhalara, mal mülk sevdalısı tiranlardan barbarlara kadar kısmen geniş bir yelpaze bulunmakta. Takım adalardan oluşan ve Segoy tarafından yaratılan dünyanın Orta Dünya gibi bir adı var: Yerdeniz.

Yerdeniz Serisi

Aslında bir üçleme olan seri, daha sonrasında beşleme şeklini alıyor. 6 kitap olmakla birlikte, seride 5. sırada basılan kitap (Yerdeniz Öyküleri), Silmarillion - Güç Yüzüklerine Dair - Ateş ve Kan kitapları gibi seri içinde merak edilenler hakkında, olayların öncesinde veya sonrasındaki diğer yan hikayeleri besliyor.
Her ne kadar farklı insanları-barbarlar-farklı dinsel öğretiler-esmer çekik gözlüler vs- kitapta kendine yer bulsa da ana karakter ve kralda da tipik Amerikan emperyalizmi "SARIŞIN-MAVİ GÖZLÜ" yapısını içeriyor kitaplar. 
Daha sonrasında özetlerini aktaracağım Dune serisi, Game of Thrones, Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi'ne nazaran olabildiğince kadın karakterlerin etkisinin daha yoğun hissedildiği bir seri.
Yine bu seride de o çok sevdiğimiz ejderhalara yer veriliyor. Game of Thrones ve Yüzüklerin Efendisi'nde farklı olarak, ejderhaların bu seride etkin kullanıldığını düşünüyorum. 
Diğer fantasya eserlerden farklı olarak; karakterlerin bir ilk isimlerinin olması, bu ismin gizli olması ve gündelik hayatta farklı bir isim kullanmaları ise tüm seride en çok beğendiğim özelliklerden.
Yerdeniz Haritası


1. Kitap: Yerdeniz Büyücüsü

Ana karakter; Çevik Atmaca ismini kullanan, ergenliğe başlangıcında büyücü tarafından Ged adı verilen bir keçi çobanının, daha çocukluk yaşlarında barbarlardan köyünü kurtarması sonrasında, bulunduğu mahalin büyücüsü tarafından büyücülük eğitimine başlamasını ve daha sonrasında gelişen olayları ele alıyor.


Hogwarts'ın esin kaynağı olan Roke Büyücülük Okulu'nda eğitimine devam eden kahramanımız, son derece yetenekli bir büyücü oluyor. Ancak arkadaş grubuna yaptığı bir şov sırasında yazarın bir gölge olarak yorumladığı bir varlık tarafından saldırıya uğruyor. Bu kitap boyunca önce gölgeden kaçışını, daha sonrasında ise yakalamasını işliyoruz. Bu sırada ejderhalara nispeten de olsa hakim olabileceğini öğreniyoruz. Ayrıca, tıpkı Bilbo Baggins'in tek yüzüğe ulaşması gibi, denizin ortasındaki küçücük bir adada ikinci ve üçüncü kitapta büyük önemi olacak olan Erreth-Akbe'nin tacının yarısını buluyor. Tüm Yerdeniz'i dolaştıktan sonra bir şekilde kendi gölgesiyle birleşerek sonlanıyor.


2. Kitap: Atuan Mezarları

Bu kitapta ana karakterimizin yanına Tenar adlı bir kadın karakter geliyor. Kitabın ilk kısımlarında Yerdeniz'de barbar olarak nitelenen bir bölgenin dinsel törenlerinin yenidendoğan rahibesi Tenar'ın Atuan Mezarları'nın başrahibesi oluşunu işliyoruz. Devam eden kısımlarda büyücü Ged ile tanışmasını, devamında mezarların yıkılarak Ged'in Tenar'ı, Tenar'ın da Ged'i kurtarışını epik bir şekilde aktarıyor yazar.

Bu kitapta diğer fantastik eserlerden farklı olarak, çok da alışkın olmadığımız bir tarzda kadın karakterin gelişimi ve ana öyküye dahil edilişini okumak keyif veriyor. Atuan'ın yutulmuş rahibesinin, ölüm labirentinin koruyucusu olması, sürekli yenidendoğan Arha'nın hikayesi.
Atuan Mezarları-Harita

3. Kitap: En Uzak Sahil

Epik serinin finalini okuduğumuz bu kitapta, çıraklıktan ustalığa, oradan da başbüyücülüğe yükselen Ged'in tehlikeli bir büyücüyü yenmesini ve Yerdeniz'e kral tayinini izliyoruz. 

Kitabın başında Roke okuluna gelen Arren adında bir gencin, büyünün tüm Yerdeniz'de zayıfladığını, ejderhaların insanların yaşadığı bölgelere saldırdığını bildirmesi üzerine, başbüyücü Ged, Arren ile büyücülerin büyülerinin zayıflamasına neden olan yeri aramaya gidiyorlar. Uzun uğraşılardan sonra ejderha Orm Embar'ın da yardımıyla buna sebep olan büyücü bulunuyor. Ölülerle dirilerin birleştiği bu geçitten kaçabiliyorlar. Ancak bu büyük başarının ağır bir maliyeti oluyor; Ged tüm güçlerini yitiriyor. Geçitten çıktıktan sonra yüce ejderha Kalessin ikisini de sırtına alıyor, tüm diyarın kralı olarak Lebannen'i Roke'a ve büyücü Ged'i doğduğu ada olan Gont'a götürüyor.
Bilhassa bu ölüler diyarının anlatımı ise kitabı serinin diğer kitaplarının finali kıvamına çıkarıyor.

4. Kitap: Tehanu
Küçücük bir kızın (Therru-Tehanu) toplumdan mı korkması gerektiği, yoksa toplumun küçük yanmış bir kızdan mı korkması gerektiği sanrısı bana biraz Lars Von Trier'in Dogville'ini hatırlattı. 
Bu kitapta başbüyücü Ged için üzülürken, Tenar'ın yaptıklarıyla yetiniyoruz. İlk üç seriden yaklaşık on yıl sonra kaleme alınan kitapta, diğer kitaplardan farklı olarak yazarın feminist karakterinin etkisini de gözlemlemek mümkün.



5. Kitap: Yerdeniz Öyküleri

Seri dışı olmasına rağmen yazım yılı olarak Tehanu'dan sonra olduğu için 5. kitap olarak isimlendirmek gerekiyor. Önceki 4 kitaptaki karakterlerin ya da bazı efsanelerin kısa öykülerinin bulunduğu, seriyi seven kişilerin ayrıntılara girmek istediğinde okunması gereken bir kitap.



6. Kitap: Öteki Rüzgar


Ursula bacımızın yıllarca ilmek ilmek ördüğü Earthsea evreninin nihayetlendiği, yazılmasaymış birtakım hadiselerin havada kalmasına sebebiyet verecek olan kitaptır. Önceki kitaplarda bulunan karakterlerin (Başbüyücü Ged hariç) toplandığı, 2 yeni karakter daha ekleyerek ekibin fullendiği kitapta, 5 kitap boyunca adını duyduğumuz, ama hiç gitmediğimiz kralın adası Havnor'a da, büyücüler okulu Roke'a da, hatta Gont'a da uğruyoruz. Ejderyaların zaten çok önemli olduğu evrenimizde insanlar arasında dolaşan 1 değil, tam 2 ejderyamız olduğunu da öğreniyoruz. Lebannen, Tenar, Tehanu, Orm İrialı, Roke ustaları ve Kızılağaç'ın çabalarıyla ölülerin yıkmak için uğraştığı duvar, tamamen ortadan kaldırılıyor. 

Herkesin farklı tatlar alacağı kitapta beni en çok sevindiren ise, ejderhaların kadın karakterler olması oldu. Böylesine büyük bir gücü ve kudreti krala veya büyücülere vermek yerine, sıradan 2 kadına lütfetmek, Tolkien'in tüm Orta Dünya'yı iki küçük hobbite teslim etmesi gibi aslında.



Genel olarak değerlendirirsek:

Fantasya: 7/10
Diyarın Yaratıcısı: Segoy
Ana düşman: Yok/Kısmen var
Ana karakter: Büyücü Çevik Atmaca (Ged)
Farklı ırklar: İnsan/Büyücü/Barbar/Deniz insanları..
Büyücülük: Var
Asa: Var
Kral: Var
Ejderha: Var
Dini ritüeller: Var
Doğuda bulunanlar (Çoğu fantastik eserde yaratılan dünyanın doğusunda bir kötülük bulunmakta): Barbarlar
Sinemaya uyarlandı mı? 2004 yapımlı bir filmi (izlemedim), 2006 yapımlı animesi var. Animenin kitaptan bir takım farklılıkları var. İzlenebilir.
Yazarın isminde R harfi: (Fantastik edebiyatın olmazsa olmazıdır, JRR Tolkien, GRR Martin gibi): Yok.
Yayınevi: Metis. Çeviris Çiğdem Erkal. Yabancılık çektirmiyor.
Okuma hızı: İşinizi yapmaya engel olacak düzeyde bir bağlılık ya da akmıyor bu kitap diyeceğiniz bir hızda değil, tam ikisinin ortasında, dilediğiniz hızda okunabiliyor.
Alıntı: "Bir şeyin ismini bildiğinde değil de, gerçek adını bildiğinde ona hükmedebiliyorsun"

Esenlikle kalın efenimm.






Share:

23 Haziran 2020 Salı

GEZİLECEK YERLER 7: ŞİLİ

Elden gitmeden gidin: Şili

Biraz uzaklara gidelim dedim. Yeni havalimanından Güney Amerika'ya gidiyoruz. İST- ANF arası girişi çıkışı 13-14 saatte alınabiliyor. Hep sevmişimdir. Yarıküre değiştirmek çok keyiflidir, aynısı Avustralya'da da oluyor, mevsim gidiyor bir anda. Mevsiminize göre değişir ama bahar başında gitmek mantıklıdır güneye.
Şili garip bir ülke. Allende'yi deviren paşa Pinochet'i ve bilirdim çocukken. Gitarıyla şarkılar yapan Victor Jara'nın ise sonu hiç iyi olmamıştır. Ülkenin bu halini görünce, dünyanın jandarmasına teslim olduğunu anlamamak için kör, sağır ve dilsiz olmak bile yeterli değil.
Ülkemizde garip bir şekilde hep 4 mevsimi yaşadığımızın havası atılmıştır. Aslında çoğu ülke yaşar 4 mevsimi, hatta bazıları aynı zamanlarda yaşar. Esasen Şili'de buna yakın bir ülkedir. Güneyi donarken, kuzeyinde Pasifik'e girersiniz. Atacama'da kurak, Santiago'da Akdeniz iklimi vardır. Belki fazla duymamışsınızdır ama zengin de bir ülkedir, iyi ihraç yapar, üstüne ciddi turist çekiyorlar ülkelerine. Haritada kılıç gibi incecik durduğuna kanmayın, büyüklük olarak ülkemizden az küçükler.
Bizim turumuz önce kuzeye, zorlu koşulları olan, enteresan bir bölgeye olacak. Yüksek rakımlı, kurak, yağmursuz bir bölgeye. Antofagasta'ya indikten sonra rakımı yükselteceğiz. Bu arada ciddi oksijen düşüklüğü olduğundan rehberler buna hazırlıklı. Öyle hacıya gider gibi 20 yıl sonra gitmeyi de düşünmeyin, cenazeniz 1 ayda gelir oradan! Yol boyu, Şili'nin nasıl kalkındığını anlayacaksınız. Dünya'nın en önemli bakır ihracatçılarından Şili. San Pedro'ya geldik. Burası, garip bi yer, tek katlı, ufacık, hafif yeşillikli, ama son yıllarda her taraftan turist yağdığından kalacak yerleri çok, koşullar iyi değil ne yazık ki. Bu merkezden sağa sola günlük-saatlik turlar yapılıyor. Muhahhak yapılması gereken El Tatio gayzerine gitmek. Onun dışında Ölüler vadisi de görmelik. Bu geziler Atacama içinde olan turlar.
El Tatio gayzerleri
Atacama, yüksek bi rakımda, bi sebepten ötürü yağış almıyor, toprakta tuz çoğalıyor, hava kuruyor ve ot dahi bitmiyor. Dünya'da bu şekilde çok az yağış alan Sahra, Gobi, dönemsel olarak Okavango, Arap yarımadası var ancak, bunlar arasında  bir deniz kıyısına en yakın olan Atacama. Buna benzer bir yer bir de Antartika'da var. Araştırmacılar, yüzey yapı özellikleri ve az yağış almasından dolayı burada Mars çalışmaları yürütüyor. Bir de, ekvatora yakın olması ve yağmur aşındırmasından korunduğu için çok sayıda meteor toplanmış.
Sonrasında rotamıza güneye çeviriyoruz. Patagonya olarak anılan bölge her ne kadar Arjantin ve Şili'nin güney ucu olsa da, turist çeken kısım Şili tarafında çünkü bu bölgede Valdivian yağmur ormanları bulunmakta. Burası ülkemizde bilinmemekle birlikte, kendine has ekosistemi, buraya özgü canlıları ve boylamına göre değişen bitki örtüsü ile çok farklı bir yer. Kuzey-güney hattında uzanan, batısında okyanus, doğusunda And Dağları bulunan dar bir kıyı şeridi olan bu bölge, Şili hükümeti tarafından korunan bölgede kasım-şubat döneminde olan yaz aylarında ortalama sıcaklık 15 dereceyi bulduğundan makul bir seyahat rotası aslında.

Valdivian yağmur ormanları
Kuzay-güney hattı en uzun olan yağmur ormanı olduğundan, bitki örtüsündeki değişim de muazzam burada. Kuzeyi Akdeniz, ortası tropik, güneyi seyrek-kısa boylu bir bitki örtüsü. Pek çok noktası milli park ilan edilen yerlerde turlara katılmak mümkün. Queulat Park veya Cerro Castillo'ya gidilebilir. Buna artık ekoturizm deniyor. Her gün rağbetin yükseldiği, ısıl işlem görmemiş doğa arıyorumcular için birebir destinasyonlar. 
Devamında Şili'nin güney ucundan dünyanın diğer kutbuna gemi ile gidilebilir. Ülkemizde de bir süredir Antartika Bilim Seferleri yapılıyor, turistik gezi için şimdilik erken gibi. Buranın devamında Antartika'ya geçiş yapılabilir ancak bu başka bir yazımızın konusu.
Share:

20 Haziran 2020 Cumartesi

KUTU

KUTU


(Bu hikayede yer alan kişi ve kurumlar tamamen gerçek olan örneklerinin birebir imitasyonu olup, anlatılan olay orjinali olmayan bağımsız bir kopyadır.)

(Bu deney, 1830 yılında Lousiana-Kanada sınırında yer alan yerel bir üniversite olan Central Sir Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinde okuyan bir grup öğrencinin bitirme tezi olarak yapılmıştır. Tez çalışmaları, tez hocasının bilgisi dahilinde olup ilgisi dahilinde değildir.)

     Bir grup öğrenci, 2 tanesi deneyi yapan ekipten olmak şartı ile 20 kişiden oluşan bir denek grubu bulup, bu grubu geniş bir odada 6 gün boyunca gözlemlemeyi planlamıştır. Bu gruba, odanın ortasına büyük bir kutu koyup, kutuya 20 dolar ile 20bin dolar arasında, sadece deneyi yapanların bildiği bir miktar para koyduklarını ve 6 gün boyunca bu odada aç ve susuz kalıp deneyi tamamlayan kişiler arasında bu paranın paylaştırılacağını söylemişlerdir. Eğer bir kişi paradan vazgeçerse yine de odadan çıkamayacak ama yemek yeme ve su içme hakkı olacağı söylenmiştir. Bu kişiler, deney için gönüllü olmayı kabul eden kadın, erkek her iş ve her yaş grubundan kura ile rastgele seçilmiştir. Deneyde amaç soğuk su somonlarının öğrenebilme kabiliyetlerinde trihsel hafızanın yeri ve önemidir. Deneye katılan 2 gözlemci öğrenci diğer denekler tarafından bilinmemektedir. Odada yer alan 20 kişi de diğerlerinin rastgele seçilen gönüllüler olduğunu düşünmektedir.
1. GÜN
Denekler sabah erken saatlerde odaya alınmıştır. Hepsi oda ortasında yer alan kutunun etrafındaki duvar kenarlarına oturup odayı ve birbirlerini gözlemleyip, deney hakkında ve başka konularda birbirleri ile muhabbet edip öğlene kadar vakit geçirmişlerdir. Akşama doğru deneklerde açlık ve susuzluk belirtileri ve ilk homurdanmalar başlamıştır.
2. GÜN
Gece sıkışık ve rahatsız uyuyan denekler sabah uyanıp açlıktan canları sıkkın bir şekilde yoğunlukla kutu hakkında konuşmaya başlamışlardır. Bu aşamada deneyi düzenleyen gruptan olan A öğrencisinin ve B öğrencisinin rolleri başlamıştır. A öğrencisi deneyden vazgeçmek istediğini, kutuda 20 dolar olduğunu hiç olmazsa iyi yemekler yiyerek 6 günü geçireceğini, boş yere aç kalmanın saçma olduğunu söyleyip deneyden çekilmiştir. Bazı denekler ona hak verir gibi olunca bu sefer B öğrencisi, kutuda 20bin dolar olduğunu vazgeçen insanların diğerlerinin payını arttırdığı için mutlu olduğunu, 20 bin doları 19 kişi paylaşmanın daha iyi olacağını söylemiştir. Çoğunluk bu sefer B kişisine hak vermiş ve A kişisinin yanlış yaptığını savunmuştur. A kişisi vazgeçince deneyi düzenleyen ekip ona kapıdaki delikten hamburger yollamışlardır. A kişisi büyük bir iştahla onu yerken diğerlerinin ağzının suyu akmış ve bazıları A kişisine gıcık olmaya başlamıştır.
3. GÜN
Deney grubunda açlık ve susuzluk iyice artmıştır. B kişisi grubu motive etmek için sadece 3 gün kaldığını, yarısının bittiğini, 3 gün dişini sıkanın zengin olacağını söylemiştir. 
"3 gün dayanmanın ne gibi bir zararı olur ki, eminim ki orada 20bin dolar var, bu kadar insanı aç bekletip asla 20 dolar vermezler" diyerek herkesi coşturmuştur. Fakat yemek saati gelip de A kişisi pizzasını yiyince herkesin ağzının suyu göl olup, mide gurultuları odada yankılanmıştır. Bozulan moralleri düzeltip deneklere gaz vermek için B, A’nın karşısına geçip, deney bitince A'nın yediği o pizzadan onlarcasını keyifle yiyeceklerini o zaman da A’nın onlara kıskançlıkla bakacağını söylemesiyle deneklerde bir A düşmanlığı oluşmaya başlamıştır. B konuştukça gaza gelmişlerdir. Günün sonunda B, kendisinin onları ayakta tutan, motive eden tek insan olduğunun, onun sayesinde sonuca ulaşacaklarının, o olmazsa asla başarılı olamayacaklarının düşüncesine herkesi ikna etmiştir. Bunun sonucu olarak B, kendisinin de deneyi bırakıp yemek yiyerek güç toplaması gerektiğini, yoksa konuşacak ve kitleyi motive edecek enerjisinin kalmayacağını söyleyip, deneye devam eden grubun tamamının onayını alarak deneyden çekilmiş fakat paradaki payından çekilmemiştir. Yemek saati gelince A ve B aynı yemeği yediği halde kalabalık A ya hakarete varan şeyler söyleyip açıkça ona olan düşmanlıklarını belli ederken, B sanki yemek yemiyormuş gibi onun konuşmalarıyla gaza gelmeye devam etmişlerdir.

4. GÜN
Grupta öfke ve yorgunluk son sınırına ulaşmak üzeredir. Bazıları ya kutuda para yoksa, niye bu eziyeti çekiyoruz gibi şeyler söylemeye başlamışlardır. Hatta bazılarının 20 bin dolardan kendine düşen payın bu eziyete değmeyeceğini söylemeye başlamasıyla, B yine ateşli bir konuşmaya başlamıştır. 
"Dostlarım, kardeşlerim bu kutuda 200bin dolar var."
 Kalabalığın gözü parlamıştır. Bir kaçı nereden biliyorsun gibi şeyler söylemiştir ama yine deneklerden bazıları onları susturup B ne diyorsa odur, yaşasın B diye bağırmaya başlamışlardır. 
"A denen insan bizi bu zenginlik dolu yolumuzdan döndürmeye çalışan bir casustur. Onu biz bu parayı alamayalım diye bilerek içimize koydular. Bizi bu yoldan saptırmak için elinden geleni yapan bu insan aslında cezayı hak etmektedir ama ona asıl ceza 2 gün sonra kutu açılınca verilecektir." 
Deyince bazıları "ceza" sözcüğüne kitlenip kalmışlardır. Mide gurultusunu bastırmanın tek yolu A’ya verilecek cezaymış gibi gözleri dönenler olmuştur. O gün gece boyu fısıl fısıl öfkeli konuşmalar duyulmuştur.
5. GÜN
Sabah kahvaltısı geldiği sırada A ve B sıcak ankara simitlerini yerken herkesin bakışları yine A’nın üzerinde toplanmıştır. B çayını yudumlarken, 
"Son bir gün kaldı kardeşlerim. Yarın sabah bu geleceği beraber yaratmış olacağız. A gibilere verilecek ceza ve bizim gibi kutunun içindekilere güvenenlere verilecek ödül günü yarın sabah olacaktır. Bizler 2 milyon dolarımız ile kendimize hediyeler, yemekler, şaraplar, hatta eşler alırken, A gibiler sefil hayatlarına döneceklerdir. Bizler bu odanın kazananlarıyız." 

Çoğu denek, B'nin konuşmasındaki sesin yükseldiği anlarda gaza gelip, kelimelerin anlamlarını bile düşünmeden A’ya yapacaklarını düşünüp keyifle gülümsemişlerdir. A onların çektiği tüm dertler, B de öfkelerini körükleyen tek şey haline gelmiştir. Yanlışlıklaymış gibi gün boyu A’ya sertçe çarpanlar, A’dan gözünü ayırmadan sürekli hakaret edenler olmuştur. Gece boyu yine öfkeli konuşmalar sürmüştür. Kimse sabahın heyecanında değildir. Herkes A’ya olan öfke duygusunda birleşip konuştukça bu ortak öfkeyi büyütmüşlerdir. Tüm denekler ödülü unutmuştur.


6. GÜN


Sabahın erken saatlerinde gözlemci ekip odaya baktığında, A’nın parçalanmış bedeni ile kana bulanmış bir odada öfkeli denekleri bulmuştur.
O kutu hiçbir zaman açılmadı. Hiçbir denek de kutunun içinde ne olduğunu merak edip sormadı. İçinde ne kadar para olduğu ya da para olup olmadığı hiçbir zaman bilinemedi.


6 günde yaratılan vahşet, kimsenin haberi olmadan yok sayıldı. Tez hocası dahi bu deneyi öğrenmeden, A’nın ailesine intihar ettiği söylenip deneklere de bu suçun ortağı oldukları için sessiz kalmaları karşılığında olayın kapatılacağı söylendi. O kutu şu an aynı okulun ‘başarılarımız ve ödüllerimiz’ köşesinde, kimsenin neden orada olduğunu bilmediği halde, halen sergilenmektedir. Soğuk su somonlarının geçmiş hafızalarının kısa olduğu sonucunu çıkaran tez ise tez hocasının hatırına binaen bir dergide yayınlanmış ve pek de ilgi uyandırmamıştır.


Share:

13 Mayıs 2020 Çarşamba

Hyposapiens 2020 Yılı Olağan Genel Kurul Toplantısı Yapıldı

Bu sene çoğu şey gibi, 2020 yılı genel kurul toplantısının nerede yapılacağı da bilinmiyordu. Bir gece göklerden Whatsapp aracılığıyla gelen bir fikirle toplantının 1 Mayıs'ta internet üzerinden görüntülü olarak yapılmasına karar verildi. Online toplantı fikrini Hyposapiens üyeleri coşkuyla karşıladı. Bu coşkuda internet toplantılarında uygulanan "Üstte ceket alt serbest" kuralının büyük payı vardı.



İlklerin Yaşandığı Bir Genel Kurul Toplantısıydı

1. Saygı Duruşu, Yoklama, 2019 Faaliyet Raporu

Toplantı, henüz tanışamadan kaybettiğimiz tüm insanlar adına yapılan saygı duruşuyla açıldı. Üye sayımı çok uzun sürmedi. "Ege kıta sahanlığı ve Kardak kayalıkları üreme sağlığı uzmanı", "Anadolu irfanı ve Sivas Kangalı'nın usulsüz rapor talebiyle mücadele derneği başkanı" ile "Eskişehir-İstanbul Ekspresi olay yeri inceleme ve cinayet büro amiri"  2019 yılı faaliyet raporunu sundular.  2020'nin daha faal geçmesi temennisiyle bütçe görüşmelerine geçildi. Bir bütçenin olmadığı farkedilince bu kısım boş geçmesin diye bir süreliğine sarımsağa gelen zamlardan dert yanıldı. Ardından 2020 gündemine geçildi.

2. Çalışma Gruplarının Gündeme Dair Çalışmaları

İlk konu, Covid için alternatif tedavi yöntemleriyle ilgiliydi. ABD başkanı Trump'ın dahiyane fikirlerinden "Hastalara Dezenfektan İçirme" ele alındı. Bunun tek başına yeterli olmayacağı, dezenfektanın bir miktar Kara Mürver ile tatlandırılıp, ufak bir Schweppes tonik dokunuşuyla daha lezzetli olacağına karar verildi.




Trump, Değeri Çok Sonra Anlaşılacak Bir Devlet Adamı.
 Bakınız Rakipleri Tarafından Nasıl Kıskanılıyor.




Diğer konu, her yönüyle farkını ispatlamak zorundaymış gibi hisseden mütevazı anadolu insanını ilgilendiriyordu. Salgının 5. ayına girmemize rağmen "Covid-19" için yerli ve milli bir isim henüz bulunamamıştı. Halk arasında "Tuvit 19, Çötik 19" gibi hatalı adlandırmalara sıkça rastlanıyordu.  Halkımızın kanayan yarasına merhem olması için alternatif isimler değerlendirildi ve Covid 19'un artık ağıza cuk oturan "Gevur-19" olarak anılmasına karar verildi.









Yeni isim pratikte hiçbir işe yaramıyor gibi görünse de yerli ve milli sıfatıyla bir iş yapılması üyelerin coşması için yeterliydi. Toplantıda "Bizi gısganıyorlar" nidaları yükseldi, bir üye kıravatını başının etrafına dolayıp tuhaf sesler çıkardı. Dişe dokunur bir iş yapmadan başarılı hissetmenin en kestirme yolu kıskanıldığına inanmaktı ama bu incitici analizlerle zaman kaybedilmedi. Hızını alamayan yönetim kurulu destansı bir duruşla tarihin akışını değiştirecek bir karara daha imza attı. En kısa zamanda bilim ve özgür düşüncenin başkenti Konya'da bir bilim kurulu toplanması, Gevur-19'a gereken dersi vermesi için "Şakir-1071" isimli başka bir virüs üretilmesi kararı alındı.


3. Dilek ve Temenniler

"Ersan ve Dadaşlar" coverları çalacak "Dilek ve Temenniler" isminde bir müzik grubu kurulması temenni edildi. Dilek adında bir müzisyen bulunur bulunmaz planın hayata geçirileceği toplantı kayıtlarına geçti.


4. Kapanış 

Toplantı ütopik temennilerle sona erdikten sonra kokteyl ve klasik müzik dinletisi için herkes kendi evinin salonuna geçti. 2021 toplantısıyla ilgili bir plan yapılmadı.
















Share:

7 Nisan 2020 Salı

Arnavutluk Gezisi Notlarım

Enver Hoca'nın Meşhur Bunkerlerinden Yalnızca Biri
Hoca dış tehditlere her an hazırlıklı olmak için tüm ülkeyi bunker adı verilen betondan yapılma küçük savunma kaleleriyle kaplamış. "Bunkerizasyon" programıyla dağlardan sahillere, ovalardan şehir sokaklarına kadar yaklaşık 170000 bunker inşaa edilmiş. Her 4 kişiden 1'ine bir bunker düşüyormuş. Bunlar hiçbir zaman yapım amaçları için kullanılmamışlar. Günümüzde Bunkerizasyon programı dev bir kaynak ısrafı olarak görülüyor.



Arnavutluk denilince aklıma, Tiran'a resmi temaslar için giden, gezi boyunca Arnavut ciğeri ve kaldırımı arayan ama bulamayan TBMM milletvekillerinin yaşadığı hayal kırıklığı geliyor. Bu haberi okuduğumda henüz lisedeydim. Yaklaşık 15 yıl sonra yolum bu ülkeye düştü ve ben de bir milletvekili edasıyla dükkan dükkan bir Arnavut tatlısı olduğunu düşündüğüm "Trileçe" aradım ama bulamadım. Şekerim düştü, adeta yıkılmıştım ancak gezimizin geri kalanı çok keyifli geçti... Geziden aklımda kalanları burada paylaşacağım.

Söz Konusu Haber


Etimolojik Bir Kargaşa: Arnavutluk - Albania - Shqipëria


Ülke; Türkçe, İngilizce ve Arnavutça'da farklı isimlerle temsil ediliyor. Bu isimlerin kökenleri oldukça farklı.
Arnavut halkının kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, arkeolojik ve antropolojik çalışmalardan elde edilen veriler yardımıyla Arnavutların eski İliryalılar'ın soyundan geldiği sonucuna varılmış. Albania ismi de  İliryalılar'ın bir boyu olan "Albanoi"'den etimolojik olarak köken alıyor.
Bizanslılar ise bu bölgeye "Arvanites" ismini vermişler. Osmanlı döneminde  -van zamanla  -nav'a dönüşmüş ve bizim kullandığımız "Arnavut" ismi böylece doğmuş.
Shqiperia ise eski Arnavut kabilelerinde kullanılmayan, görece daha yeni bir isim. Arnavutça "Kartallar Ülkesi" anlamına geliyor. Arnavutlar kendi halkları için "Shqiptar", ülkerleri için "Shqiperia"'yı kullanıyor. Shqiperia'nın ülkeyi tanımlayan isimler arasında en milliyetçi olanı diyebiliriz.







Arnavutluk Bayrağı


Arnavutluk'un ulusal hayvanının kartal olduğunu söylemeye gerek yok, bayrağında da çift başlı bir kartal bulunuyor zaten.  Bu arada ulusal hayvanı kartal olan baya bir ülke var. Bunlar; Mısır, Almanya, Ermenistan, Meksika, Nijerya, Panama, ABD, Zambia ve Güney Sudan. Galiba kartal sevgisi Afrika ve Avrupa'da baskın. Mesela Asya'da (Ermenistan'ı saymazsak) böyle bir gelenek yok gibi gözüküyor. Gücü temsil eden kartal, kurt gibi yırtıcı hayvanların yanı sıra Japonya'nın ulusal hayvanının Kiji isminde tavuk benzeri bir kuş, Çin'inkininse panda olması enteresan.


Konuya geri dönelim...



Arnavutluk'a Nasıl Gittik?

Sabiha Gökçen'den başlayan 1,5 saatlik uçuşun ardından Tiran'daydık.  Başkentte olmasına rağmen havalimanı oldukça küçük. Karşılaştırmak gerekirse Samsun Hava limanından hallice...

Ülkenin para birimi LEK ancak çoğu mekanda Euro'da geçiyor. 100 Lek yaklaşık olarak 5 TL'ye denk geliyor. (Sene 2019)

Uçaktan indikten sonra discovercarhire.com aracılığıyla Surprice'tan kiraladığımız arabayı teslim almaya çabaladık. Firmadan bizi karşılamalarını talep etmiştik ancak bu isteğimizi yerine getirmediler, kendi imkanlarımızla iş yerlerini zar zor bulduk. Oluyormuş öyle şeyler. Gezinin sonuna doğru bir de arabanın aküsü bitti bir hayırsever! 5 euroya takviye etti. RentACar firmasıyla alakalı bu iki olay haricinde bir aksaklık yaşamadık.



Üç Günlük Seyahat Rotamız




Yollar ve Trafik

Rotamız gereği genelde çift yönlü yolları kullandık ancak Berat civarında stabilize yollardan geçmek zorunda kaldık.  Arnavutluk'ta araç kullanmak, diğer Avrupa ülkelerine göre daha riskli olsa da İstanbul trafiğinin yanında daha güvenli kalıyor. Gezi sitelerinde iddia edilse de benim gördüğüm kadarıyla sürücüler hız limitlerine uyuyor, takip mesafelerini koruyorlar. 

Ülkede bir çok yeni yol yapıldığından olsa gerek Google Haritalar uygulaması yön bulmada yetersiz kaldı.

Yandex'in uygulaması daha günceldi.

Güneye indikçe yol kenarlarında satıcılarla karşımıza çıkmaya başladı. Mısır, kavun, tavuk ve cd satıyorlardı. Evet cd. Sanırım bizim benzin istasyonlarında satılan müzik cd'lerini burada gençler mp3 formatında ayaküstü satıyor. 



Yol kenarında bir genç araç kullanıcılarına CD satmaya çalışıyor. Müzik CD'si mi acaba? Bir zamanlar dikiz aynasına CD asınca hız radarını atlatacağımıza inanırdık, bu adet Arnavutluk'a yeni mi ulaştı da CD piyasası hareketlendi? Ülkede o kadar çok şeye şaşırdık ki...




Yol Üstü Sebze-Meyve Satıcıları




Seyyar Kümeste Yol Üstü Tavuk Satışı




Ayrıca yol kenarlarında mezar taşına benzer yol anıtlarına rastladık. Trafikte o noktada hayatını kaybedenler için yapılıyormuş. Benzer âdetler Bosna'da da varmış.


Trafik Kazasında Ölen Bir Arnavutluk Vatandaşının Yol Anıtı. Bu Anıtların Başka Bir Kazaya Sebep Olabilecek Kadar Yola Yakın Olmaları Dikkatimi Çekti.



Durres (Dıraçka)

Başkent Tiran'a en yakın deniz şehri Durres. Plajlar boş. Sokaklar sakin. Tüm ülkede olduğu gibi burada da İtalyan esintilerini cafe ve restoranlarda görmek mümkün. Hatta çat pat da olsa İtalyancanız varsa çok işe yarıyor.

Durres'te yemek yediğim bir kaç mekanı beğendim. Bunlardan biri Spaghetteria Luli. İzbe bir ara sokakta küçük bir dükkan. Beyaz  tülbentli tezcanlı bir kadın gün boyu makarna yapıyor. Bizim ülkedeki gözlemeci teyzeleri anımsatıyor. Öğleden sonraya kaldığımız için ünlü lazanyasını yiyemedik ama onun yerine sipariş ettiğimiz ravioli de çok lezzetliydi. İki kişi toplamda 900 lek'e tıka basa doyduk.

Türkiye'de 2 bira içeceğimiz paraya Luli'de iki kişilik lezzetli bir öğle yemeği yedik.


Ayrıca bazı ara sokaklardaki pizzerialar da pizzalarının lezzetleriyle olmasa da sıcak ortamlarıyla dikkatimi çekti. Dükkanın önünde asma gölgesi altında bir kaç ahşap masa, odun fırınının dans eden alevleri, havadaki durgunluk, zamanın yavaşladığı hissi... Anadoludaki mahalle arası pide fırınları gibi ama daha ferah bir atmosferde...

Hotel Epidamn'deki kahvaltı ise gerçekten çok lezzetliydi. Hayatımda gördüğüm en taze, çıtır, lezzetli kruvasanı burada tattım.


Öyle Bir Kruvasan Yaptılar ki...

İbred Köşesi: Hazır yeri gelmişken bir anımı paylaşacağım. 2012'de kısa bir süreliğine aynı evi paylaştığım Tunus asıllı ev arkadaşım, kruvasan yemeyerek batı dünyasını protesto ettiğini söylüyordu. Anlattığına göre, kruvasan, Osmanlı'nın Viyana mağlubiyetini temsil etmesi için hilal şeklinde yapılmış. Avrupalı her birey bu çöreği yerken Osmanlı'yı dize getirmenin tatminini yaşamış. Bunun için müslümanların kruvasan yemeleri uygun değilmiş.


Gelelim Durres'teki diğer gidilesi yerlere. Arkeoloji müzesinin çok kapsamlı bir envanteri yok. Kronolojik  dizimi başarılı. Az sayıdaki tarihi eser, Arnavutluk'u tarihsel çizgide konumlandırmama yetti. Ayrıca müze binasının mimari estetiği de hoşuma gitti.

Müze Binası



2400 Yıl Önceki Medeniyetten Sanat Eseri Örnekleri

Bu da Günümüz Konya Bölgesi Sanat Eserlerinden
Berat

İkinci durağımız Berat oldu. Burası UNICEF'in koruma listesine aldığı küçük bir Osmanlı şehri. Kalesi, nehri, köprüsü, beyaz şirin evleriyle bana Amasya'yı anımsattı.

Üzüm bağlarıyla ünlü bu bölgeden ayrılmadan önce kırsal bölgede kurulu bir şarap evini ziyaret ettik. Ufak çaptaki mahzenini ve bağları akıcı İngilizcesi olan bir rehber eşliğiyle gezdikten sonra bir kaç beyaz şarap tadıp yöresel üzümlerden yapılmış bir şişe şarap aldık.

Çobo Winery şarap, şampanya ve rakı üreten bir aile işletmesi. 1900'lerin başında Kuzey İtalya'dan edindikleri tecrübeyi memleketlerine taşımışlar. Ülkede özel mülkiyet kavramı tam gelişmediğinden olsa gerek, üzümlerin bir kısmını devletten kiraladıkları bağlardan sağlıyorlar. 

Bu mahzende kırmızı şarapların saklandığı meşe fıçılar tutuluyor. Beyazlar ise daha büyük metal konteynırlarda olgunlaşıyor. Yerel üzümlerden yapılan "2017, E Bardha e Beratit (Berat'ın Üzümleri)" zengin mineralitesiyle benim favorim oldu.

Vlore ve Orikum

Arnavutluk'un güneşli kumsalları bu bölgeden itibaren başlayıp güneyde Yunanistan sınırına kadar uzanıyor. Arnavutluk rivierası olarak da biliniyor. Burada, Adriatik'in sıcak esintisiyle zeytin ağaçlarının gölgesi altında gün batımını izledim. Şahaneydi. 

Orikum Kıyı Şeridi, Tatilinde Sükunet Arayanlar İçin Biçilmiş Kaftan. Demet Akalın'ın Bet Sesini Duymadan Denize Girmeyi Özlemişiz.



Tiran

Başkent Tiran 418.000 nüfuslu. Bu şehri, Arnavutluk'un eski lideri meşhur Enver Hoca'nın ve yarattığı rejimin izlerini sürmek açısından bir açık hava müzesi olarak görüyorum.

Başkentin binaları oldukça bakımsız. Sıvaları dökülen 4-5 katlı binalar çoğunlukta. En canlı bölgesi "Blloku". Bu bölgeye komünizm zamanında sadece İşçi Partisi üyeleri girebiliyormuş. Günümüzde eğlencenin, modanın ve lüks restoranların adresi olduğu için çoğunlukla üst sınıfların tercihi olmuş. Komünizm döneminde güvenlik kuvvetleri aracılığıyla yapılan sınıf ayrımı günümüzde de farklı şekillerle de olsa devam ediyor gibi. Bu bölgede şehrin diğer bölümlerine nazaran kadınlar daha şık ve bakımlı. Lüks araçlara rastlanıyor. Yıkık dökük şehrin ortasında lüks bir muhit. Evren Hoca'nın villası da burada.

Bir elektrik panosunda Futurama'dan Bender'a rastladım. Devlet desteğiyle yaptırılan duvar resimlerinden yalnızca biri. Batı medeniyetine entegrasyon çabaları...

Tiran'ın bakımsız apartmanları... Buralara bakıp bakıp Türkiye'deymişim gibi hissettim.


Tiran şehir merkezinden bir kare. Bir cami, arkasında bir kilisenin kulesi ve en arkada bir banka binası.

 Osmanlıya karşı mücadelesiyle ünlenen ulusal kahraman Skënderbeut (İskender Bey)'in anıtı.



Son Olarak

Arnavutluk atipik bir ülke. Ne doğuda ne batıda kendine yer edinebilmiş. Kapalı kalarak kendine özgü kalabilmiş ancak bunun bedelini de çoğu alanda çağın gerisinde kalarak ödemiş. Ülkedekiler komünizm sonrasında batı emperyalizmine kucak açmış gibiler. Kosova savaşındaki desteği nedeniyle George W. Bush'un heykeli dikilmiş. ABD sevdası had safhada.

Kıta Avrupasının en geniş petrol rezervlerinin Arnavutluk'ta olduğunu düşünürsek, ABD'de de onları seviyor olmalı.

Fushe Kruje'deki G.W.Bush Heykeli. Kosova Savaşındaki ABD Desteği Nedeniyle Teşekkür Amacıyla Yaptırılmış. Heykelin Açılışına Bush da teşrif etmiş. Törende Bush'un Saatinin Yerli Halk Tarafından Çalındığı İddia Edilmiş ve ABD'de Arnavutluk Alay Konusu Olmuş. Ama Arnavutluk Halkı ABD'yi Hala Çok Seviyor Gibi...

Share:

1 Nisan 2020 Çarşamba

Alternatif Sansür Önerileri



Yukarıdaki haberi okuduktan sonra, Sigmund Freud'un purosunu tüttürürken, yanındakilerin imalı bakışlarına karşı söylediği "Bazen bir puro sadece bir purodur." sözünü anımsadım. Bu sözden, bazı cisimlerin cinsel çağrışımları olsa da bunlara kullanım amaçlarından başka anlam yüklememek gerektiğini anlıyorum. Puro ince uzundur, ağza girer, özü içe çekilir, keyif verir ama o an Freud'a göre bu sadece purodur, yanındakilere göre ise penisin veya memenin (kim bilir başka nelerin?) bir simgesi olabilir. Burada Freud'u anlamak için Freud'un beyanını mı göz önünde bulundurmalıyız yoksa o an odadaki diğer kişilerin yorumlarını mı? İnsan kendi hakikatine kendisi mi ulaşır yoksa bu hakikat bir diğer kişi tarafından da ortaya çıkartılabilir mi?  

Bu soruyu bir kenara bırakıp devam edelim. "Puronun bazen sadece bir puro" olduğunu söyleyebiliyorsak "Puronun sadece bir puro OLMADIĞI" anlar da mevcut olsa gerek. Fallus benzeri objelerin cinsel dürtüleri uyaran çağrışımları olabilir. Güçlü çağrışımlar yapan haz nesneleri, reklam şirketleri tarafından, hedef kitlede ürün satışını artırmak amacıyla kullanılabilir. RTÜK bu konuyu "Ahlak bozma" ekseninde değerlendiriyor gibi.

 Ancak Freud'un da dediği gibi ekranda gördüğümüz ya sadece bir dondurmadan ibaretse... Cinsel çağrışımlar, reklamları izleyen bazı kişilerin öznel yorumlarıysa... Ahlak yalnızca cinsellikle mi ilgili? Ahlak sınırlarını kim belirliyor? Sınırı nereden çekmemiz gerekiyor? Bunları tartışmakta yarar var.

Aşağıda, cinsel çağrışımı olabilecek nesneleri pazarlayan bazı alternatif reklamları paylaşıyorum. 



Buradaki kadın, siyah bir dondurma çubuğunu hazla emiyor. RTÜK'e göre sansürü hak ediyor.







Bu kişi pembe küçük bir çubuğu tutarken alay edercesine gülümsüyor. Ne demek, nereye varmak istiyor?! Sansürü koydum!










Gücün simgesi, keskin hatları olan bir erkek arabası. Vites denilen siyah kalın çubukla güç ayarlanabiliyor. Vitesi göstermemek lazım! 








Bir eliyle uzun ince bir çikolata tutan kadın, diğer eliyle "Beş karış" diyor. Ahlakınızı koruyorum, sansürü basıyorum! Patreon hesabımıza üye olarak teşekkür edebilirsiniz.








Bu masum bakışlar dudağa değdirilen bir ruj için mi? Amacınız ne sizin ya!? Bizi kandıramazsın Guerlain. Sana 3 ay sansür yazıyorum kafanı toplarsın.








Share:
Scroll To Top